İş hayatınızı varlığınızla yapın ama hayatınızı tamamen ona bağlanmayın

Sağlıklı pek çok kişi, iş kanserine yakalanır. İş hayatının yoğun faaliyetleri, yaşamlarının öteki yönlerini yıkar. Bu hastalık öldürücü olabilir ve hiç kuşkusuz işletmeler açısından da hiç iyi sonuç vermez.

Bu insanlar çalışarak bütün hayatlarını boşa harcarlar. Kendi kendilerini yenilgiye uğratırlar. İş hayatını çok ciddiye alırlar. Yanlış nedenler uğruna çalışırlar. İşin başlı başına bir sonuç değil, ancak, sonuca varan bir yol olduğunu unuturlar. İş, dünyanın en heyecanlı oyunudur. Bilinen bütün etkinliklerden daha çok, daha büyük, daha zengin, ruhsal ve parasal ödüller verir. Bu nedenle, iş hayatı daha çok, üstün nitelikli kişileri bünyesine çeker. Geniş yetenekleri, ilgi alanları, becerileri olan, zeki, şakacı, enerjik, atak, yaratıcı, hayal gücü geniş, istekli, amaçlı, çalışkan ve maceraperest kişileri…

İş hayatı bu kadar heyecanlı olduğu için, çalışanların kendini kaptırması sorun yaratır. O kadar heyecana kapılırlar ki, neden iş dünyasına girdiklerini unuturlar. Çalışmak için yaşamaya, ya da alışkanlık haline geldiği için çalışmaya başlarlar. İşin getirdiği ödülleri akıllarından çıkarırlar. Böyle birinin durumu, çalıştığı sürece çok üzücüdür; ama çalışmayı bırakınca, trajik boyutlara ulaşır.

Bütün hayatlarını işe adayan, istemeden emekliye ayrılıp işlerinden yoksun kalınca da kendilerini bomboş hisseden az insan mı tanıyorsunuz? Bunlar iş tiryakisi olup işten yoksun kalınca, yaşama amaçlarını yitirirler. Kısa sürede çöker ve ölüp giderler.
Tipik bir örneği ele alalım.
Genç bir adam, bütün enerji ve heyecanıyla işe başlıyor. Birkaç kötü başlangıçtan sonra, yeteneklerine uygun hayalindekine yakın bir iş buluyor. İş hayatının heyecanını keşfediyor. Elindeki kozları doğru oynarsa, ulaşabileceği ödülleri görüyor. İşine daldıkça, daha da heyecanlanıyor. Bir kaç zafer kazandığında önünde yeni ufukların açıldığını görüyor. Karşısındaki ödüller şimdi daha büyüktür. İşi daha karmaşıktır ama, bu yüzden daha da ilginç bir hale gelmiştir. Giderek geliştiğini hissediyor ve kendine başka gözle bakmaya başlıyor. Sonra herkes gibi, biraz aç gözlü, ya da biraz fazla rekabetçi ve sabırsız oluyor. Kendine kestirme bir yol seçerek, ya da varamayacağı yerlere uzanarak doğal büyüme işlemini hızlandırmaya çalışıyor. Elbette, bunun hemen ardından, dertler geliyor, sorunlar çıkıyor. İşler yolunda gitmemeye başlıyor. Artık seçeneği yoktur. Bizzat kendi yarattığı sorunları çözmek için her gün saatlerce uğraşmak zorundadır.

Bütün enerjisi, vakti ve düşünceleri iş hayatına ayrılmıştır. Artık ailesine ayıracak zamanı yoktur. Balığa çıkamaz, evinde tamirat yapamaz, müzeye gidemez, yada parkta yürüyüş yapamaz. Geceleri dahi yatakta gözleri açık yatar. Beyni sabaha kadar iş sorunlarıyla yoğrulur durur. Hâlâ golf oynar ama, sadece işten söz eden iş adamlarıyla… İş adamlarıyla yemek yeyip iş konuşur. İş adamlarıyla içki içip işten söz eder: İş adamlarıyla seyahate çıkıp iş tartışır. Hâlâ okur ama, sadece iş ve ticaretle ilgili dergi ve kitapları. Kısaca, o işiyle evlidir ve işinin tutsağıdır. Suçlu olansa yalnız kendidir. Şimdi söyleyin. Böyle bir hayatı sürdürmeyi siz istermiydiniz? Elbette hayır!

Tabii ki, iş hayatında sorumluluklarımız olmalıdır. Ama tek boyutlu bir insan olmayın. Ya da iş endişeleri sizde hastalık haline gelmesin. Köle gibi çalışmayın ve en kötüsü iş alışkanlıklarına saplanıp kalmayın. İşinizi olması gerektiğinden fazla hayatınızın merkezine almayın. Bazıları için bu düşünceyi kabullenmek hayli zor olabilir. Hele aksi yönde bir eğitimden geçmişlerse. Zaten iş hayatı bütün ilgi ve faaliyetlerden ağır basıyorsa, değişmeleri bir hayli güçtür. Yine de, şu gerçek kanıtlanmıştır: Mesleğinizi, ilgilendiğiniz konulardan sadece biri gibi görürseniz, işinizde daha geniş bir bakış açısına sahip olursunuz ve değeriniz artar.
Kendini şirketine adayan adam, artık başarılı biri olarak kabul edilmiyor. Bilinçli şirket yöneticilerinden pek çoğu bu gerçeği kavramış bulunuyor. Elbette hâlâ anlamak istemeyenler de var. Bunlar, sizden ve ailenizden, şirketi uğrunda neredeyse can verilecek bir değer gibi görmenizi ister, cumartesi, pazar günleri ve diğer tatillerde dahi çalışacak kadar bir sadakat ve itaat beklerler. Oysa bu sizin için bir kazanç değildir. Tam tersine, buna izin verdiğiniz, ya da sadece çalışmak için çalışmaya başladığınız gün, kaybedersiniz. Üstelik sadece kendiniz kaybetmekle kalmaz, şirketinize de kaybettirmeye başlarsınız. İşine son derece bağlı memurlarıyla övünen yönetici biraz daha düşünmelidir. Her şeyden önce, kendini her yönüyle ve her şeyiyle işe veren adamın çok dar bir bakış açısı ve pek az yeni fikri vardır. Kendini o kadar işe verir ki, çevresindeki gelişmeleri göremez. Farkına varmadan öylesine geride kalır ki, artık ne yapsa ilerdekilere yetişemez.

İşinizden mümkün olduğu kadar çok zevk almaya bakın. Hedefiniz çalışmak değil, işin getirdiği ödüller olsun. Bunları söylerken, kendinizi asla işinize vermemelisiniz demek istemiyorum. Bazen buna mecbur kalırsınız. İyi bir fırsat yakalamak, gelişmek, ayakta kalabilmek, ilerlemek, işe karşı olan sadakatinize bağlıdır. Siz yada şirketiniz, çok ciddi bir durumla karşılaştığınızda kendinizi yüzde yüz işe vermelisiniz. Ama bunun bir huy haline gelmesine asla izin vermeyin. İş, engin bir tecrübedir. Ama hayat da öyledir. Hayatınızı iş uğruna feda etmeyin. Çok kötü bir alış veriş yapmış olursunuz.

Kaynak: Richard Conarroe – Yönetimde altın kurallar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.